15 Ekim 2015 Perşembe

FOTOĞRAFÇININ YOLU

Yazar, mekanik saat tamircisi Şule Gürbüz ve atölye kitaplığından detay, Ekim 2015.
Belki de fotoğrafçının yegane yolu gölgelere doğru gitmektir.


Belki de belli belirsiz olanı görebilmek ister fotoğrafçı.


3 Ekim 2015 Cumartesi

Fotoğraf Sanatı Dergisi: Geniş Açı


Geçenlerde Beyoğlu Sahaf Festivali'ni gezerken gördüm onları, o güzelim Geniş Açı'lar, kuzu gibi bir kenarda bekleşiyorlardı, onlara dokundum, hep güzeller, hep tazeler, hep iç açıcılar.

Özlüyorum dergimi, bir selam olsun geçmiş zamanlara.

29 Eylül 2015 Salı

Kierkegaard, Proust, Abdülhak Şinasi, Pentax




Okumadan olmaz, bir şeyler okumadan fotoğraf çekilmez gibi geliyor bana.

Biraz Kierkegaard, biraz Proust bizim her şeye bakışımızı değiştirir.

“Fakat yaşlanan, ihtiyarlayan adam için bütün bu gördüklerinden daha acı gelen başka dersler de vardır: Vaktiyle, kendisi de, bütün gençler gibi, kadın güzelliğinin artık son tekâmülüne vardığını, modaların son katî şekillerini aldığını, medeniyetin, bir kemali olan bu zarafetlerin artık ebediyen erişilmiş hakikatler gibi bakî kalacağını ummuştur. Şimdi zamanın her şeyi bozan zehirli nefesine güzelliğin bile mukavemet edemediğini, onun da her şey gibi geçici, fanî olduğunu görür. Vaktiyle katî şekillerini aldığını sandığı eski modalar şimdi gülünç birer korkuluk olmuştur. Vaktiyle kadınların güzelliklerine ait hususlarda pek zekî olduklarını, vücutlarının en güzel kısmı da saçları olduğundan, dünya yerinden oynasa kadınların saçlarına dokundurtmayacakları hakkında nazariyeler serdetmiştir. Şimdi kadınların saçlarını kestirdiklerini hayretle görür. Bütün bu kesilmiş saçların yan yana teşkil edecekleri sarı, kumral ve siyah üç nehri hayattan çıkararak ademe doğru akmış gibi hayal eder. Gözleri yaşarır ‘Hiç bunlara kıyılır mıydı?’ diye sorar. Fakat kesik saçlı ve sanki kesik bakışlı kıvrak kızlar ve kadınlar bu sözlerine gülerler.” *


Sonra, Nikon, Canon veya Pentax'a bakabiliriz.

*Abdülhak Şinasi Hisar, Fahim Bey ve Biz, 3. Baskı, YKY, İstanbul, 2008

25 Eylül 2015 Cuma

Fotoğrafın elleri


Hands from a statue of from Akhenaten and Nefertiti, quartzite,  c.1345-1335 BC, at Neues Museum, Berlin


İyi bir fotoğrafın durgun, çarşaf gibi sakin yüzeyinin altında bekleyen ve bize dokunmaya hazır bir el vardır. Biz de fotoğrafa baktığımızda, gördüklerimiz karşısında nasıl düşünüyorsak öyle elimizi uzatırız; tedirgin, mutlu, kaygılı, umut dolu, öfkeli, hayranlıkla, acıyla, sevgiyle, kederle...

İyi bir fotoğrafçı ölümü kabullenmiştir, ona karşı çıkmaz, sadece elini uzatır.

İyi bir fotoğrafçı her ölümün yeniden doğuş olduğunu bilir.

Akhenaton, ortada hiç kimse yokken sevdiği kadın Nefertiti'nin elini tutarken ne düşünmüştü? Nefertiti, çevrelerinde hiç kimse yokken Akhenaton'a nasıl dokunmuştu? Gerçekten onu seviyor muydu?

Ben tarihi figürlerden çok, binlerce yıl önce yaşamış, bir fotoğrafı çekilemeyen âşıkların ellerini merak ediyorum.

Şimdi baskısı tükenen, Talat Sait Halman'ın "Eski Anadolu ve Ortadoğu'dan Şiirler" adlı kitabında 4 bin sene evvel yaşayan şairlerin tutkuları ve düşünceleri vardır.

Fotoğraflara ve şiirlere bakıp, eski insanların ellerini düşünüyorum, bizimkilerden farklı mı dokunuyorlardı hayata?

23 Eylül 2015 Çarşamba

Fotoğrafın ve merdivenlerin tabiatı

Kamondo merdivenleri, Eylül 2015, Nikon D300

Art nouveau üslubunda yapılmış ikili sarmal Kamondo Merdivenleri'ni sevmeyen var mıdır? 1870'lerde yapılmış Kamondo Merdivenleri, bütün cazibe sahibi merdivenler gibi sadece bir merdiven değildir, bir heykelin güzelliğine de sahiptir

Gelip geçerken basamaklara hep bakarım, geçenlerde Kamondo Merdivenleri'nden inerken basamaklara yapışmış yapraklar gördüm. Taşa karışan, taşın içinde neredeyse kaybolmaya yüz tutmuş erken sonbahar yaprakları fotoğrafın kendisine benziyor.

Fotoğrafa dahil olan her şey de böyle olmaz mı?

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kuşlar fâni, uçmayı hatırla

Photographe anonyme. Provence, vers 1970. (loeildelaphotographie.com)

Başım ağrıyor. Pide ve limon niye bu kadar pahalı? İyi domates bulmak neden bu kadar zor? Bizans devrinden kalma Papazkarası üzümü neden bu kadar güzel? Bu fotoğrafa bakınca neden gözlerim yaşarıyor?

Sanki biraz evvel pencerenin önüne gelmiş gibiyim, aradan seneler geçmiş.

Akşam olmuş ama ben sabahın ilk kahvesini içiyor gibiyim. Sanki uyanmakta zorluk çekiyormuş gibi, yalnız yaşadığım çatı katındaki evin penceresinden bakıyormuş gibi.

İyi fotoğraflar soğana benzer, kalın etli bir katmanı vardır, fakat fotoğrafın özü o incecik zardadır, varlığını ilk bakışta görmek zordur. Zaman iyi bir fotoğrafın o incelikli zarıdır. Gördüğüm, anladığım her ayrıntı beni katman katman fotoğrafın özüne yaklaştırır.

Ben doğmadan bir yıl önce, pencereden biri bakmış, başka bir yerde, başka bir zamanda.

Biliyorum, Füruğ kuşlarla konuşabiliyordu. Zaten sadece şairler kuşlarla konuşabilir. Kuşların dilini ancak ağaçların nefesini duyanlar bilir. "Uçmayı hatırla" diye yazmış Necmettin Okyay, talik hatla havaya çizmiş harfleri, uçup gitmiş harfler, zaman zaman görünür olmuş ağlayanlara, kalbi ağrıyanlara, bir araba kazası olmuş sonra, kanatsız bir kuş özlemiş bir başka zamanı, düşünde uçtuğunu görmüş, hatırlamış.

Kuşlar fâni, uçmayı hatırla.

Ne olmuş da zaman öylesine çabuk geçmiş? Kirli Ağustos, sıcak temmuz, yağmurlu bir kitap, kahvenin en koyusu, çikolatanın en siyahı, kapkaranlık, sakin ve gizli odanın penceresinden bakan bir günah, uçmuş, gelmiş, unutmuş, gitmiş, hayaller, hatıralar.

Sonrasında tam bir şey söyleyecek oluyorum, "Geç kaldın." diyorlar.

Lakin bence günün sorusu şu: Bir fotoğraf aslında kaç yaşındadır?

Bir fotoğrafa baktığımda aklıma ilk düşen zamanın çok çabuk geçtiği.

Fotoğrafçısı belirsiz bir fotoğrafa bakıyorum ve merak ediyorum, kuş ölmüş mü? Sonra Fürüğ bir şiir okuyor yanımda. 

Sorular çoğalıyor zamanla.

Dağ yıkılmış mı? Zaman çok çabuk geçiyor.

Kulaklar bitmiş ama şarkılar hep söyleniyor muymuş?

"Niye hep çok önemli bir şey varmış gibi geliyor da bana, sonradan hiçbir şey olmuyor? Neden kalbim ağrımaya başlıyor?"*
 *Andrey Platonov, Can, s.122

7 Mayıs 2015 Perşembe

"Wabi-Sabi ve Fotoğraf Üzerine"

 

Wabi-Sabi ve Fotoğraf Üzerine başlıklı yazıyı 2009'da Meren'in Fotoğraf Günlüğü'nde okumuştum. 

Beni huzursuz eden adlandıramadığım birçok şeyi çözümlemekte bu yazıdan çok faydalandım.

Fazla söze gerek yok, okuyalım, okutalım, içimiz açılsın.


28 Nisan 2015 Salı

Tabiatın elleri

(c) Alex Masi

Bugün gazeteleri okurken yukarıdaki fotoğrafı gördüm.

Alex Masi, ABD'li bir fotoğrafçı. Hindistan'a 2009'da gitmiş ve o zaman 9 yaşındaki Poonam'ı yağmurun tadını çıkarırken görüntülemiş ve bu fotoğraf ile 2011'de 5 bin dolarlık bir ödül almış. Alex Masi, kendisine verilen ödülü maddi olarak sıkıntı çeken Poonam ve ailesi için harcamaya karar vermiş. Poonam'ın babasına bir iş kurulmuş ve Poonam okula gitmeye başlamış.

Bu bilgilerle öğrendiğimiz ve düşüncelerimizin akışını etkileyen konular var. Bir fotoğraf insanın hayatını değiştirebiliyormuş. Yoksulluk üzerine düşünebiliriz, gelir dağılımı, dünyanın ve insanlığın karanlık yüzüne bakabiliriz.

Fakat bu fotoğraftaki asıl iyilik ve etkileyici olan şey nedir diye düşündüğümde, gördüklerimin doğa ve insan üzerine çok daha saf, kendiliğinden ve doğrudan duygular barındırdığını anlıyorum.

Alex Masi'nin sitesindeki diğer fotoğraflar, dünyanın bildiğimiz acı yüzünü gösteriyor. Ama bu fotoğraf diğerlerinden çok farklı. Hazırlık yok, herkes kendi halinde. Muson yağmurları ve bir çocuk var sadece. İşte bu kadar. O ana bakıyoruz, yağmurun düştüğü saniyelerde dünyanın ve küçük bir kızın yüzüne akışını izliyoruz.

Çocuğun gözlerinin kapalı olması, bana çok şey gördüğünü ve aynı zamanda anladığını gösteriyor. Bazen görmek için insanın gözlerini kapatması gerekiyor.

Bir süredir canım sıkkın, mutsuzum. İnsanlar da hiç yardımcı olmuyor. Tam aksine, moral bozucu saldırılara uğruyorum. Oysa şu fotoğraf bana çok iyi geliyor. Kötülükleri unuturum ama bu fotoğrafı unutmayacağım. Çünkü bu fotoğraf benim yanlış düşündüğümü söylemiyor, beni terbiye etmeye, beni acımasızca eğitmeye çalışmıyor.

Bu fotoğraf, kulağımı çekip benim hasta bir kişiliğe sahip olduğumu ve tedavi görmem gerektiğini söylemiyor. Daha çok çalışmamı veya intihar etmemi de istemiyor. Paradan, insanın toplumdaki yeri gibi saçmalıklardan filan da söz etmiyor.

Bu fotoğraf her şeye rağmen hayatın güzel olabileceğini, en kötü koşullarda bile yaşanan bir güzelliğin insana kendini iyi hissettirdiğini gösteriyor. En azından benim anladığım bu. Belki yarın başka bir şey görürüm. Ama şimdi gördüğüm şey bana umut veriyor. İnsanların yapamadığını bir fotoğraf sessiz sedasız başarıyor.

Yaşamaktan duyulan sevinci, bu hoşnut olma halini gördükçe kendimi iyi hissediyorum. Hem sanata duyduğum inanç güçleniyor hem de iyiliğin bazen beklemediğimiz bir yerden gelebileceğini anlıyorum.

Hafızamdaki diğer güzelliklerin yanına bu fotoğrafı da ekliyorum.

21 Ocak 2015 Çarşamba

Fotoğrafın başladığı ve bittiği yer

2007, Geniş Açı ofisi, Beyoğlu, İstanbul, Olympus XA2, Fujifilm Superia 200

Seneler, seneler evveldi. Yeşil defterimle masaya oturmuştum. Kahve içmiştik o gün, fotoğraftan konuşmuştuk.

Sonra ben ufak filmli makinemi çıkarmış, fotoğrafın başladığı yere gelmiştim.

Geçmiş zaman.

Fotoğrafın renk dengesi, terazinin ağır basan kefesi gibi yeşil ve sarıyla şenlenmiş. Düzeltmek istemedim. Hayatımı düzeltmek istemiyor muyum acaba? Bir an durdum, sonra bıraktım, olduğu gibi kalsın. Yeşile ve sarıya doydum ben de, yine de böyle kalayım istiyorum.

O masada gelecekte neler olacağını konuşmadık, bilmiyorduk.

Bazı fotoğraflarda bu soru insanın kulağını çeker, kalbine bir iğne batırır.

Bazı fotoğraflar da bizim gibi, çok yeşil, çok sarı olur.

Bıraktık hayatımızı, öyle gidiyor.

Fotoğrafın bittiği yere doğru, güneş batıyor.
google27928836a124597b.html