29 Nisan 2011 Cuma

FOTOĞRAF ÖTEKİNE BAKAR.


Fotoğraf Buluşmaları'nın ilk gününe başından sonuna kadar katıldım. Daha önceki buluşmalara katılmadığıma da üzüldüm. Müthiş bir misafirperverlik gösterdiler, gelenlere çaylar kahveler verildi, sırtımız pışpışlandı, rahatımız düşünüldü. Etkinliğe katılanlar da bende bu içinde bulunduğumuz aile sıcaklığının konforunu yaşadık. Konuklar da aynı rahatlıkla hiç kasmadan konuştular, İstanbul Teknik Üniversitesi Fotoğraf Kulübü (yazının bundan sonrasında itüfk olarak anacağım) üyeleri sıradan ve basit bir kulübün üyeleri olmadıklarını zeki soruları ve ciddi birikimleriyle de gösterdiler.

Etkinliğe Fotoğraf Üniversitesi grubumuzun üyeleri de davetliydi, ancak hafta içi olması nedeniyle gelemeyenler. Fakat bugün ve yarın etkinlikler devam ediyor. Etkinlikleri takip etmek isteyen olursa http://fotografbulusmalari.blogspot.com/ adresinden gerekli bilgileri alabilir.

Fotoğrafçı ve yazar Umut Yıldız dostum ile Taksim'de buluşup yola çıktık. Metrodan İTÜ Ayazağa durağında inerek şenliğe yürüdük. İTÜ'nün Ayazağa tesisleri epeyce büyük bir alanda bulunuyor. Umut'un rehberliğinde İTÜFK Başkanı Çağlar Tozluoğlu ve Atlas dergisi fotoğraf editörü Sinan Çakmak'ın oturduğu kafeye uğradık, yolda İTÜFK'dan Onur ile karşılaşmıştık, hep birlikte masaya oturup çay içtik konuştuk biraz. 

Sonra etkinliklerin düzenlendiği binaya gittik. İlk etkinlik bir atölye çalışmasıydı. Atlas dergisinin fotoğraf editörü Sinan Çakmak önce Atlas dergisinden örnekler vererek dergilere yönelik işler yapan fotoğrafçıların nelere dikkat etmesi gerektiğini, örnekleriyle anlattı. Daha sonra katılımcıların fotoğraflarını değerlendirdi. Çok öğretici ve eğitici dersler aldık. Bir dosyanın nasıl oluşturulması gerektiğinden, fotoğrafta estetik, içerik ve atmosferin öneminden

İTÜ, YTÜ ve MSÜ fotoğraf kulüplerinin sunumları vardı.

Yücel Tunca söyleşisi, "Orta Sınıfın Soysuz Merhameti ve Yolsulluğun Pornografisi" başlıklıydı. Fotoğrafçıların çektiği yoksulluk fotoğrafları ve bu fotoğraflara bakanların çarpık "yoksulluk" algısına yönelik bilgilendirici ve uyandırıcı olan iyi bir konuşmaydı. Beyin frtınası şeklinde geçen unutulmaz bir söyleşi oldu.

Akşam sularında Engin Güneysu'nun "200 Evler" fotoğraf gösterimi ve söyleşisi vardı. Engin Güneysu, çektiği fotoğraflar üzerinden çingenelerin/romanların yaşadığı sıkıntıları anlattı. Güneysu'nun fotoğrafları bakan kişiyi hemen kendine çeken yapısından ötürü beğeniyle izlendi, hatta söyleşi bittikten sonra onunla sohbet kafeteryada devam etti.

Unutulmayacak bir gün oldu benim için. Şimdi not defterime kaydettiğim bilgilere bakıyorum da, hem öğrenmenin bir sonu olmadığını hem de fotoğrafın göründüğünden daha geniş boyutları da içerdiğini bir kez daha anlamış olduğumu farkediyorum.

İTÜFK Başkanı Çağlar Tozluoğlu ve üyeler Begüm Bilgiler, Begüm Akın, Bahar, Onur Çelik, Taylan, Mehmet, Gökhan Cengiz, Fetih, Arda ve daha adını-soyadını hatırlayamadığım diğer arkadaşlara yardımları ve oluşturdukları aile atmosferi için çok teşekkür ederim. Aralarda bu güzel ve yakışıklı arkadaşlar ayrıca tadına doyulmaz sohbetler de yaptık ve oradan ayrılmak istemedim diyebilirim.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Serdar Darendeliler ve "işte sofranızda olması gereken yiyecekler"

© Serdar Darendeliler, don’t look away, when there’s nothing there
 
Önce yazının bir özeti: Soframızda olması gereken yiyeceklerin yanında bir de fotoğraf makinesi olmalıdır! 

Eskiden, yani Geniş Açı dergisinden önce fotoğraf makinemi "olur olmadık" şeyleri çekmek için kullanmazdım. Geniş Açı dergisini okumaya başlamakla, fotoğrafın çok daha hayatın ve insanın yanında olduğunu anlamış bulunuyorum. Lakin artık Geniş Açı dergisi yok. Fakat geride bir şeyler kaldı, birincisi Geniş Açı Proje Ofisi, ikincisi hezarfen Refik Akyüz, üçüncüsü ise hayran olduğum tasarımcı, editör ve fotoğrafçı olan Serdar Darendeliler. (Önce Serdar Darendeliler'in fotoğraflarından ve blogundan söz etmek istiyorum, sonraki yazı da Refik Akyüz'ün fotoğrafları ve blogu hakkında olacak.)

Darendeliler'in "superfantastisch'in yarım yamalak günlüğü" isimli bloguna baktığınızda epeyce fotoğraf göreceksiniz. Bunlar onun en "kötü fotoğrafları" imiş! Tabii kötü fotoğraflar' tabiri Darendeliler'in. Bense hiç öyle düşünmeyip blogunda yayımladığı fotoğrafları harika buluyorum.

Tekrar yazının başına dönersem, fotoğrafın güzelliğine de dönmüş olurum. Çoğu fotoğrafsever gibi ben de "önemli bir şeyler olsun da çekeyim" havasındaydım bir zamanlar. Geniş Açı'daki ilginç portfolyolar, haberler ve köşe yazılarını okudukça bu önyargım kırılmaya başladı fakat yine de tam anlamıyla fotoğraftan keyif alabilmek için Serdar Darendeliler'in blogunu görmem gerekti. Şimdi artık ben de artık sofra fotoğrafları çekebiliyorum, böylece günün her anında fotoğrafın hayatımıza dahil olabileceğini anlıyorum. Yanlış ifade etmiş olabileceğimi düşünerek aynı cümleyi bir de şöyle yazayım: Böylece hayatımızın hemen her anında fotoğrafın olabileceğini, hatta olması gerektiğini daha iyi anlıyorum.

Darendeliler'in fotoğraflarına baktığımda gündelik yaşantımızda bulunan hemen her durumun (kahvaltı, öğle, akşam yemeği, atıştırma tabağı gibi)  fotoğrafa da dahil olabileceğini, fotoğrafta, önemli-önemsiz gibi bir ayrıma gitmenin yanlış olduğunu, esas olanın bakış açısı ve konuya saygılı bir mesafenin gerekliliğinde düğümlendiğini görüyorum.

Darendeliler'in fotoğraflarındaki ayrıntılara özen gösteren ince zeka, kara mizah ve estetik beğeni evvela en beğendiğim unsurlar. Analog fotoğrafçılıkta ısrar etmesi ve fotoğraflarında eski usül fotoğrafçılığın güzelliklerini, kafasındaki belli konuları inatla ve usanmadan her yerde izleyebilmesi de ayrıca çok beğendiğim diğer özellikleri.

Darendeliler'in fotoğraflarında beni etkileyen bir başka unsur ise müzik ve ritmik bir yapının varlığını hissetmek. Onun fotoğraflarından çıkardığım diğer dersler ise: Kendisiyle dahi dalga geçebilen güçlü bir kişilik sahibi olmanın gerekliliği, ışığın eşyanın, doğanın ve insanların tabiatını değiştirebilmesini merakla incelemek.

Şimdi sahneyi fotoğraflara bırakıyorum. Serdar Darendeliler'in bir fotoğrafından yola çıkarak belirlediğim bir konu ve blogundan bu konuya uygun seçtiğim fotoğraflar ya da  "işte sofranızda olması gereken yiyecekler" :)




18 Nisan 2011 Pazartesi

Uçan Hannah

Robin Hanımefendi, insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkilere odaklanmış bir fotoğrafçı.

Fotoğrafik olarak da bir konuyu hemen kesmeyip uç noktalarına kadar incelemeyi seviyor. Bu her fotoğrafçıda bulunmayan bir özelliktir. Çoğu fotoğrafçı fotoğrafı çektikten sonra uzaklaşır, oysa Robin Schwartz konularının içinde yaşıyor.

Portfolyosunu incelemenizi öneririm.

Çok ilginç ve yaratıcı fotoğraflar mevcut.





Flying Hannah, 2006

from the series Amelia's World Photo

© Robin Schwartz


16 Nisan 2011 Cumartesi

İnsan küçük, fotoğraf büyük

http://25.media.tumblr.com/tumblr_l71r8o8gtC1qa6pg8o1_400.jpg

Cléo de Mérode, Nadar, 1894.

Kimi fotoğraflar daha dün çekilmiş gibi tazedir. Bu tarz fotoğraflar bir ömür ile yapılanlar arasındaki mesafeyi anlatır gibi durur, bize bir yandan kendi halimize bakmamızı da öğütler gibidir.

Portre sanatı, sadece fotoğrafçılığın önemli bir dalı değil, görsel sanatların kadim bir uzmanlık alanı. Portre öyle bir sanat ki, insanın hayatında olan veya kendi zamanına ait edindiği bilgiyi, birikimi, artık nesi varsa her daim kendisinde kalamayacak şeyleri taşıdığı bir anı gösteriyor, kimi talihli portrelerde görünenler bir yana, görülmeyeni, geleceğin gölgesi altındaki yolda durduğu anı da hissedebiliyoruz. Bir tür zaman makinesinden geçmişe bakar gibiyiz, fotoğrafa, çekildiği yıllara dair bilgimiz olmasa dahi fotoğrafın büyüklüğünü anlıyoruz.

Fotoğrafta büyüklük nedir? Daha doğrusu bazı fotoğrafları diğerlerinden daha büyük kılan, onlardan fersah fersah ayıran özellikler nelerdir?

Fotoğrafın büyüklüğü onun oluşması için harcanan kimyasal maddelerle, ışığın dalga boyu ile, fotoğrafçının parmaklarıyla ilgili değil. Bana kalırsa fotoğrafçının ve öznenin duruşuyla ilgili bir durum.

Fotoğrafçının tavrı, üstün nitelikleri tek başına çoğu fotoğrafı unutulmaz kılabilir. Fakat portre fotoğrafları için bu her zaman geçerli değil, portresini gördüğümüz insanın dünyaya bakışı, hayat karşısındaki tavrı belirgin etkenlerden. 


Portre fotoğrafları büyülüdür. Portrelerde kibirli insanları da, mütevazı insanları da hemen karşımızda bulur, gözlerine rahat rahat, sıkılmadan, sakınmadan bakabiliriz. Garip olan bence şu: Fotoğraf zihnimizde büyüdükçe, fotoğrafın üzerimizdeki etkisi çoğaldıkça, insan da o derece küçülüyor sanki. 

Artık dünyaya bakamayan gözlere bakmak benim gözlerimi daha ıslak yapıyor. Portre fotoğraflarına çok uzun süre bakamıyorum. 

Portre fotoğrafları hareketsiz gibi dururlar, ya da öyle görünürler ama içlerindeki mekanizma çalışmaya devam eder. Gözler karşılaşıp bir bağ kurulur, sonra fotoğrafa baktıkça bulanıklaşır portre, birden farkedersiniz ki meğer bir ayna almışsınız elinize, kendi gözlerinize, ilerde, tıpkı biraz önce görmüş olduğumuz portre fotoğraflarında olduğu gibi artık dünyayı göremeyecek olan gözlere bakıyorsunuz...

İtiraf ediyorum büyük fotoğrafın karşısında küçülen benim.
google27928836a124597b.html