15 Haziran 2010 Salı

Balzamin saati

iyi ki doğdun

Yarın 15 Haziran, iyi ki doğdun Balzamin. Seni tanıdığım ilk günden beri edebiyatı ve fotoğrafı sevdim. Bu iki şeyi hep bir araya getirmeye çalıştım. Sen benim için bir fotoğrafın içindeki başka bir fotoğraf gibisin. Hem fotoğrafın içindesin, uzaklara bakıyorsun, hem fotoğrafın içindeki diğer fotoğraf gibi yalnızsın benim gibi, dünyaya bakıyorsun. Bir zamanlar her sabah aynı yere oturur, aynı dünyaya bakardık. Gözlerine bakardım, hem bana bakan hem de uzaklara bakan bir çift gözle karşılaşmam, her defasında kalbimi durdurma noktasına getirirdi. Çünkü dünyanın geçici olduğunu söylerdin bana.

Seni düşündüğümde hep 2 şeyin varlığını daha iyi anlıyorum bu dünyada. Tıpkı fotoğraf gibi 2 ayrı zamanı gösteren, 2 ayrı katmanı olan, 2 gerçekliği barındıran tuhaf bir görüş edindim. İkisi de bana yabancı değil. Tıpkı Mülksüzler kitabında olduğu gibi, ayrı gezegenlerde yaşayan ama aynı insanlar.

Ben de 1 kişiydim bir zaman, seni tanıyınca 2 oldum. Fotoğraf da böyle değil midir, önce kendi zamanı vardır, sonra seninle ayrı bir zamana daha kavuşur. Her fotoğrafın 2 yüzeyi vardır, birincisi görünen yüzey elbette, ikincisini görmek her zaman mümkün olmayabilir. Ama vardır her zaman, sadece biraz daha dikkat, biraz daha bilgi, biraz daha derin deniz bilgisi gerekiyor. Oysa ben yüzmeyi bile bilmiyorum. Denizde ölmekten hep korktum. Ama bir gün o kaçtığım ikinci sudan kurtulamayacağım. Bu yüzden tıpkı o kitaptaki gibi, uzaktayım senden. Ama bir fotoğraf kadar yakınım da.

Seni her düşündüğümde çeşitli fotoğraflara bakıyorum. Sana ulaşmak her zaman mümkün olmuyor, bazen istemiyorum da, yani seni sevdiğimi biliyorsun, ama bazen beni görmeni hiç istemiyorum, çünkü zayıflığımı, korkaklığımı, aslında senin dünyanda yaşayamayacak kadar kendi dünyama bağlı oluşumu görmeni istemiyorum.

Bunda seneler evvel bir sabah okula giderken, hayatımın en güzel saatlerini yaşadığımı farketmiştim. Okula gidene kadar ağlamıştım, çünkü günün bir kısmını seninle yaşıyordum. Kendi gerçek dünyamdan sıyrılıp başka biri oluyordum, senin yanında bilimkurgu kitabını okur gibi değil, içinde yaşıyor gibiydim. Yahut bir tarihi romanın içinde Don Kişot gibi başka bir dünyada yaşadığımı bilmeksizin senin yanında senin dünyanı yaşıyordum. Ağladığım gün sınıfta yoktun, hani bazı fotoğraflar vardır, görür görmez içi burkulur insanın, "Bu fotoğraf olamaz, bu bir hançer!" diyesi gelir ya fotoğrafın içindeki ikinci fotoğrafı gören gözlerin, işte ben de o gün yalnızlığımla ikinci fotoğrafı yaşadım. Ertesi sabah dünyanın en bahtiyar öğrencisi bendim. Ama günlerin geçeceği öylesine belirgindi ki, bir yanım Ömer Hayyam okurken, diğer yanım şaraba gidiyordu.

Zaman içinde yani senin olmadığın saatler de geldi çattı. Ama önceden bu günlerin hazırlıklarına başlamıştım. Sen yanımda olmayınca çok beceriksiz ve kendi dünyamın esiriyim, fakat çeşitli yöntemler icat ettim. Ne için? Senin bir fotoğrafına dahil olmak için elbette. Şarap bu yollardan biri, Library Tapes dinlemek ve fotoğraflara bakmak bir diğer yol, vangelis'ten "Memories of green" dinlemek de öyle, mekanik bir saatin küçük ama yüzlerce parçasının zamanı göstermek için çalışması da öyle, dolmakalemden damlayan mürekkep de öyle, hepsi sana ulaşmanın yolları Balzamin, iyi ki doğdun.

Görünen yüzeyin ardındaki dünyaya biraz önce saydığım ve saymadığım anahtarlar sayesinde gidebiliyorum. Fotoğrafın çerçevesinin içinde kaybolmak, ikinci fotoğrafa ulaşmak için gösterilen her çaba senin için, çünkü her defasında ikinci fotoğrafı anladığım an tıpkı Barthes'ın annesinin küçüklük fotoğrafına baktığı ve asıl annesini gördüğü zaman yaşadığı şaşkınlığı ve sevinci ben de yaşıyorum. Bu fotoğraf değil, açık bir yaraya tuz serpmek gibi. Ama kederi dindirmek Oscar Wilde'in Bahtiyar Prensi'ndeki kırlangıç gibidir aslında, azar azar parçalara ayrılsa da arkada duranı daha mat, daha karanlık ve daha uzak olanı görür gibi olsam da, keder hiç dinmiyor aslında. Ama gülmek de iyi, ağlamak kadar. Hatırlar mısın, Rıfat Ilgaz'ı görmeye gitmiştik, okul dergisi için konuşmuştuk, dönüş yolunda güldük hep, çünkü hayatın gelip gittiğini görmüştük, edebiyatı ve ne kadar acıyan yanları varsa bu dünyanın bir kısmını yazarın gözlerinde görmüştük. Güldük ama ikinci fotoğrafı gördüğümüz içindi bu, hançerin içimizdeki yeri sağlamdı, bir kez daha anlamıştık.

Balzamın, iyi ki doğdun, işten çıkışta sana telefon ettim, ulaşamadım. Sonra servis aracından inince yürümeye başladım. Fotoğrafımı birinin çekmesini isterdim. Görünürde tek başıma yürüyordum, kendi dünyamda. Oysa seni tanıdığımdan beri 2 kişiyim ben, seninle yürüyorum aslında.

Moskova haziran 2010
google27928836a124597b.html