©bizans |
Küçük boyutlu veya bir formalık
kitaplara özel bir ilgi duyuyorum. Boyutlarından dolayı (küçük, ince)
bana çok sevimli geliyorlar. Bu kitaplara dokunur geçerim, çok azına
sahip olmak istemişimdir. Tasarımına ve içeriğinin uyumuna bayıldığım
kitaplardan biri de Curson McCullers'ın "Küskün Kahvenin Türküsü" geliyor.
Fotoğraf
bundan 6 yıl önce bir yaz günü (Temmuz 2008) çekildi. Güneşin perdeden
odaya misafir olması yeni bir şey değildi ama gölgelerin ve koltukta
bırakılmış kitabın birlikteliği yeniydi. Güneşin altında yeni bir şey
yok elbette varsa da öncesi olmadığı için çiğdir, fabrikadan yeni
çıkmıştır, yeni olan daha önce bir araya gelmememiş şeylerdir, eski bir
kitap ile yıllardır aynı yerde duran koltuk, güneşi imbikten geçirip
süzen perdenin gölgesi ve benim ayakta durup bunlara bakışım, eskilerin
buluşması yeni.
Kitaptaki öyküler, hele bir kez okunduktan sonra unutulmayacak olan olan arasında yerini alan "Bir ağaç, bir taş, bir bulut"
tıpkı bu fotoğraftaki gibi güneş ışınlarının odanın içinde zarif bir
edayla kanat çırpmasıdır. Ben o zaman sevmeye başladım işte, eşyayı unutup eşyanın ruhunu hatırlayınca. Sevmeye bir kitapla başlamıştım, hiç tanımadığım bir ülkede geçen çok uzak ve fazla yakın bir öyküde. Sonra güneşi, ışığın içinden geçerek başkalaşıp düştüğü yerde çiçek açmasını sevdim. Sonra yağmuru sevdim. Küçük taşları odama götürüp bir cam kavanozda biriktirdim. Sonra bulutları biriktirdim saçlarımda, yaşlandıkça daha çok bulut oldu. Temiz beyaz bulutlardan gri kirli olanlarına varıncaya dek gördüğüm bütün bulutları biriktirdim, onları sevdim.
Bizim için iyi olan fotoğrafın nesi güzel biliyor musunuz? Zamanın içinde bir nehir gibi akması güzel. Carson McCullers'ın bir öyküsünü okurken Samed Behrengi'nin yazı masasına gözyaşlarından mürekkep bir adam olarak oturup bir öykü anlattığını anlamak güzel. Okunan kitapların okuyanın içinde ebrulaşan rüzgâr gibi esmesi güzel.
Işığın bir öykü olup fotoğrafa akması güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder