30 Ekim 2010 Cumartesi

Fotoğrafın kudretli saati

© David Hurn / Magnum Photos / Londra, 1964

Bazen bir yılgınlığa kapılıyorum ve fotoğraflar bana öyle yavan, öyle düz geliyor ki bütün fotoğrafların anlamsız olduğunu düşünüyorum, ne fotoğraf çekmek, ne okumak, ne sergilere gitmek, ne de yazmak içimden gelmiyor ve neticede böyle zamanlarda fotoğrafa inanmıyorum.

Magnum fotoğraf ajansının en yetenekli ama bence biraz gölgede kalmış fotoğrafçılarından biri olan 1934 doğumlu David Hurn aynı zamanda şahane bir yapıt sayılan "Fotoğrafçı Olmak Üzerine Pratik Bir Rehber" isimli kitabın da yazarı.

Zaten sadece fotoğrafı çekip kaçan, temeli zayıf, kendini geliştirememiş korkak fotoğrafçıları sevemiyorum bir türlü, dünya, insan ve eşyanın tabiatı hakkında bir fikri, söyleyeceği bir sözü olan fotoğrafçılar çok daha değerli benim için.

Kendimi kötü hissettiğim vakitlerde damardan hemen kana karışan fotoğrafçılarıma sığınmanın saati gelmiş demektir. Çünkü görmesini bilince, daha doğrusu kendini tanıdıkça, insanı görünmeyen ipliklerle kendisine bağlayan derinlikte fotoğraflar var, o güzel fotoğraflara ve fotoğrafların zamanlarına gitmek gerekli oluyor böyle günlerde.

Ben de öyle yapıyorum ve David Hurn ustanın çektiği fotoğrafa benzer fotoğrafları alıyorum karşıma, ardından yine kalbimde alev alan fotoğrafın yılları aşan kudretine ve zamanda ele geçirilemez oluşuna yeniden, yeniden bağlanıyorum.

Yukarıdaki fotoğrafı ne zaman görsem kendimi bir anda, o delirmiş öğrencilerin Beatles için bağırdığı 1964 yılına gidiyorum: Otoriteyi temsil eden bir görevlinin gençlere engel oluşunu ve onların heyecanını dizginlemeye çalışmasını görüyoruz, ardından fotoğrafın öznesi olan çocuğun fotoğrafın en dikkat çekici noktasındaki duruşuna bir kez daha dönüyoruz, fotoğrafın başlangıç ve bitiş noktası aynı çocuk. Her şeye rağmen kalabalıktan koparak içinde kabaran duygularını gösteren bir çocuğun taşkınlığını, öfkesini ve kendinden geçişini izliyoruz.

Bir yumruğunu havaya kaldırmış ve ağlayan ve bağıran bu aşkın çocuk kabına sığamayan sevgisiyle, arkadaşlarının arasından fırlayıp en ön sıraya kadar gelerek, kaçarak, gözü sadece görmek istediğine odaklanmış bir halde, bir heykel gibi unutulmaz duruşuyla Beatles tutkusunun bir göstergesi olduğu kadar benim fotoğrafa olan inancımın da bir görüntüsüdür.

Bir vakitler, Beatles, sessiz sakin ve akıllı uslu yetiştirilmek istenen bunalmış, canı sıkkın çocukları zıvanadan çıkarıyor ve içlerindeki ateşi çoğaltıyordu.

Şimdi bile aradan geçen bunca yıldan sonra bu ateş sönmüş değildir. Güzel kulaklar ne zaman bir Beatles şarkısını dinlese, bu fotoğraftaki çocuk gibi isyan eder, yumruğunu içinden taşan sevgiyle ve ağlayarak havaya kaldırır, ama saldırganlıktan uzak, sadece ağlayarak, öfke dolu belki ama aşktan, sevgiden ve hayranlıktan güç alan kırık bir öfke bu, sadece Lennon'ın pencereden uzanan eli dahi yeter bu kız çocuğunu sevindirmeye.

Beatles sevmek, kabına sığmayan fotoğrafları sevmek gibidir. Hayata, anneye, babaya, öğretmenlere, patronlara, şeflere, kıçı kırık insanlara kızabilirsiniz, küsebilirsiniz, içiniz öfkeyle dolu olabilir, böyle zamanlarda o güzel şarkılar hep kulaklarınızdadır. Özdemir Asaf'ın dediği gibi kulaklar bitse de şarkılar bitmeyecektir, hele Beatles hiç bitmeyecektir!

Zaman her şeyi yutuyor, fotoğraf hariç.

7 Ekim 2010 Perşembe

Helmut Newton ve Velazquez: Kendi portresi

Helmut Newton bir zamanlar moda dünyasının en parıltılı ismiydi, moda fotoğrafçılığının standartlarını yükselten bir fotoğrafçıydı. Şimdi yaşıyor olsaydı yine eski havasında olur muydu bilemem ama moda fotoğrafı dendiği vakit akla gelen ilk isimlerden biri olmayı ve fotoğrafçıları etkilemeyi sürdürüyor.

Gerçek adı Helmut Neustaedter olan fotoğrafçı, 1920 yılında Berlin'de doğdu. İşadamı olan babasına 15 yaşındayken fotoğrafçı olmak istediğini söylemiş. Babası "Aklın fikrin kızlarda ve fotoğraflarda" diye kendisini azarlamış. Ancak bir yıl sonra 1936 yılında bir sosyete fotoğrafçısının yanında işe başlamış. İki yıl sonra ise Nazilerin ülkeyi karanlığa boğan baskıcı yönetiminden kaçarak önce Singapur'a oradan da Avustralya'ya geçerek yerleşti. Önce soyadını değiştirdi ve bir fotoğraf stüdyosu açtı. Tekrar Avrupa'ya dönene kadar, moda fotoğrafçısı olarak çalıştı. Uzun yıllar Paris'te yaşadıktan sonra 1980'de Monte Carlo ya taşındı, ABD'de Los Angeles şehrinde bir otoparktan çıkarken aracının hakimiyetini kaybederek duvara çarptı ve hayatını kaybetti.

Helmut Newton renk körüydü, "Sarı ile yeşili ve yeşil ile maviyi seçmedeki yaşadığım zorluklar nedeniyle çok kaliteli renkli fotoğraflar çekiyorum" diye şaka yaparmış.

Newton'ı Newton yapan ise Vogue benzeri dünyaca ünlü kadın ve moda dergileri için çektiği kışkırtıcı fotoğraflardı. Dergiler için çekilen bu fotoğrafların moda ve fotoğrafçılık dünyasında özel bir yerleri vardır, müzelerde sergilenir.

Newton özellikle çıplak kadınların fotoğraflarıyla tarzını belirginleştirdi. Onun en çok bilinen fotoğraflarında fetişizmden cinsel kültürün uç noktalarına uzanan temalar, alt metinler görülebilir. Fotoğraflarında görüntülediği kadınlar hem zarif, hem çok güçlü, özgüveni yüksek, bedenlerinin farkında ve kibirle yüklü olsa da güzellikten yana şanslı olduklarını bilen bir duruşa sahiptir. Newton çıplak kadınları fotoğrafladı fakat hiç bir zaman düşük yoğunluklu işler yapmadı, çıtayı yükselten fotoğraflarıyla örnek oldu, ilham verdi.

Sumo isimli 35 kilo ağırlığında ve 10 bin euro'luk bir etikete sahip olan bir kitabı var ki değil moda dünyasının, fotoğrafçılık ve kitap sanatının da nadir örneklerinden ve gelmiş geçmiş en kaliteli kitaplardan biridir.

Ekteki fotoğrafın adı "Self Portrait with Wife June and Models 1981" yani Eşim June ve modellerle birlikte kendi portrem" ise en çok bilinen fotoğraflarından biri ve bence Newton'ın en şahane işi. Bu fotoğrafı resim sanatının başyapıtlarından biri olan Velazquez'in "Las meninas" isimli eserine benzetiyorum, arada akrabalık bağları olduğunu düşünüyorum.

Bu arada bir fotoğrafçının kendisini çekmesi çok kolay gibi görünebilir, fakat öyle değil aslında, zeka gerekiyor. Fotoğraf paylaşım sitelerinde bolca örneği görülen, kendi portresini çekip duran ve photosop benzeri programlar ile iyice zıvanadan çıkan zavallı minör fotoğrafçılardan söz etmiyorum, kendi portresini bir sanat eserine dönüştürenlerden söz ediyorum.

(devam edecek)


3 Ekim 2010 Pazar

Isabel'den portreler

Uzun zamandır böyle iyi portreler görmemiştim. Isabel Asha Penzlien, uçucu fotoğraflara ve kolaycılığa inat eski tarzda filmli bir fotoğraf makinesi ile çalışan, üstüne ömürlük portreler çeken ve moda fotoğrafçılığı alanında kayda değer çalışmaları pek çok dergide yayımlanan, kitapları da mevcut olan bir fotoğrafçı. Ayrıca son projesine ait olan fotoğrafları http://www.portraitsbyisabel.com/index.html adresinde paylaşıyor, ben de yazının ilk cümlesinde söylediğim gibi bu internet sitesini gezerken fotoğraflara hayranlıkla baktım. Çünkü her bir fotoğraf, kişilere, ait oldukları sosyal sınıfa, evlere, hayat standartlarına ve alışkanlıkları ile yaşama biçimlerine dair üzerinde pek çok bilgi barındıran görsel bir kitap gibi. Hem gülümsetiyor bazen, hem de ayrıntılara, duruşlara, bakışlara bakıp düşünmemize neden oluyor. Geçmişte bu tarz, yani bir hayat tarzını tek bir fotoğrafa sığdıran portre fotoğrafçılığının August Sander başta olmak üzere çok güzel örnekleri görülmüştü. Isabel Asha Penzlien'in kendisinin uzun yıllardır ABD'de yaşamasına karşın Alman kökenlerine referanslar barındıran fotoğrafları ile portre fotoğrafçılığı geleneğini soğuk olmaktan kurtararak sürdürüyor ve usta Sander ile bu geleneği izleyenler için aynı zamanda bir saygı gösterisi sunuyor. 

Not: Hazır konu açılmışken çağdaş Alman fotoğrafçıları neler yapıyor diye merak edenler için geliyor: Contemporary German Photography.
google27928836a124597b.html