13 Aralık 2008 Cumartesi

Çalışma odası ve kişisel takıntı haritası



Şairlerin, yazarların çalışma odalarını çok merak ederim. The Guardian gazetesinde her hafta bir yazarın çalışma odası fotoğrafı ve kısa bir yazı yayımlanır. Merakla okurum, fotoğrafa da uzun uzun bakarım. Bizim edebiyat dergilerinde hep yazarla/şairle birlikte çalışma odasının/masasının görüntülerı çıkar, yazarın/şairin olmadığı bir çalışma odası fotoğrafı nadirdir. Son yıllarda ülkemizde de bir ilgi başladı yazarın/şairin kitaplığına/çalışma masasına/odasına. Sadece gazetelerde dergilerde değil internet üzerinde de ilgi çekici bir şeyler var. Usta fotoğrafçıların evlerinin günlük hayatlarının fotoğraflarını da çok merak ederim. Örneğin Henri Cartier-Bresson'un evi, çalışma odası, koltuğu gibi konulardaki fotoğraflara takıntılıyımdır, çok severim, zaman zaman karşıma öyle ilginç fotoğraflar çıkıyor ki bazen şaşırıyorum ve çok seviniyorum.

Çalışma odasına dönersek, 30 yaşında gerçek anlamda bir çalışma odasına sahip olduğum için bu konuda dertliyimdir birazcık. Ivır zıvır bir yığın şeyle birlikte artık bu odaya sığamadığım için şaşkınım da. Yıllarca müstakil bir odanın hayalini kurmuştum. Küçük bir yer bile yeterliydi bana, bir masa, bir kitaplık ve bir sandalye çok mutlu olurdum sanıyordum. Şimdi üç duvarında kitaplık olan bir odam var yine de yetmiyor bana, tuhaf.

Çalışma odam dışında en rahat ettiğim yer ise İstiklal caddesinin kırılma noktasındaki Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde bulunan Sermet Çifter Kütüphanesiydi. Şimdi binanın üst katlarına taşındı ve araştırma kütüphanesi oldu, girmek zorlaştırıldı. Eskiden gider bir de kahve alırdım, otururdum masaya okumaya başlardım. Kişiye özel kütüphanelerden gelen bazı kitaplardaki satır aralarındaki çizgileri, sayfa kenarlarına alınan notları görür heyecanlanırdım mesela. Sonra kitap okurken kahve içmeyi yasakladılar. Kitabın üzerine dökülürse iyi olmazdı tabii. Aşırı dikkat ediyordum ve hiç bir kaza yaşamadım bu konuda, ancak yaşanmayacağını da garanti edemezdim tabii. Sonra kahvesiz okuma günleri başladı. O da uzun sürmedi. İstanbuldaki en güzel kütüphanelerden birinden böyle ayrıldım işte...

Kitap okunabilecek başka güzel yerler de yok değildi hani, kitaplı kahve bunlardan biriydi, ne oldu oraya bilmiyorum şimdi, geçen Pandora kitabevinin oradan şöyle bir baktım da tabelasını göremedim. Umarım kapanmamıştır. Leyle Cafe güzeldi. Oraya da epeydir uğramadım.

Anlaşılmıştır sanıyorum kitap veya dergi okurken, bir şeyler yazarken yemek içmek isteyenler ailesindenim. E kitabevlerinin hemen hepsinde kafe var artık diye düşündüysem de pişman olmam gecikmedi, çünkü rahatsız edici şarkılar çalınıyor böyle yerlerde, ben Şebnem Ferah şarkı söylerken ne bir satır/dize okuyabilirim ne de bir harf yazabilirim.

Çalışma odasında müzik dinleme konusuna gelince. O ayrı bir yazı konusu artık.

Hiç yorum yok:

google27928836a124597b.html