20 Aralık 2008 Cumartesi

En güzel fotoğraf kitaplığı


İstanbul'daki en güzel fotoğraf kitaplığı Geniş Açı Proje Ofisi'nin (Geniş Açı dergisinin doğduğu mekân) içinde bulunan kitaplık bana kalırsa.

Zamanın yoğunlaştığı mekânlardan biri. Burada kitaplar arasında öyle çok şey öğrendim ki, kuruculara binlerce binlerce kez teşekkür etsem azdır. Minnettarım.

Bu kitaplıktaki en sevdiğim kitap ise diğerlerinin yanında ufarak boyu ile hemen kaybolan, içindeki az ama öz sayıda fotoğraf barındıran enfes bir kitap, ne zaman gitsem bu kitaba bakmadan duramam.

Kitabın adı "Tomatoes on the Back Porch". Fotoğrafçı ise Susan Paulsen. Kitabın içindeki fotoğrafların hemen hepsi şu adreste bulunuyor. (Fakat asla kitaptaki gibi görünmüyorlar.)

http://www.candacedwan.com/jelly/data/photograph/image/Maximum_Width=1000,Maximum_Height=322/6911.jpg
Bedford
(hand in mirror)
© Susan Paulsen , 2001

17 Aralık 2008 Çarşamba


Evet artik yazmiyorum günlüklere, ne zaman ne de isler bahane..
Yazicak bir seyim yok ya da yazamayacak çok sey var, o tarz bir ikilem.
Kisa bir ara diyelim.

16 Aralık 2008 Salı

Yukarıya bak



Atlas dergisini çok severim. Derginin hoş bir sloganı var: "Keşfetmek için bak!" Bazen bu sloganı "keşfetmek için yukarıya bak" şeklinde kullanıyorum. Bilmem bu yazıyı okuyanlar nereye bakıyorlar, ben çoğu zaman düz bir doğrultuda bakarak yürüyorum. Yukarıya pek bakmadığımı günün birinde keşfettiğimde bozuldum biraz. Sabah erken kalkıp gökyüzüne, yolda yürürken binaların tepesine, açık kalmış penceresinden rüzgarın alıp götürmek istediği çiçekli perdelere bakmak güzel olabilir. Daha önce görmediğiniz bir şeyi görüp şaşırabilirsiniz de, belli olmaz. Hayatın katmanları hep aşağıda değil.

15 Aralık 2008 Pazartesi

"İnsanlara sevgi lazım. İnsanlar birbirini sevsin. Fotoğraf işte bu işe yarar."



İnsanlara sevgi lazım. İnsanlar birbirini sevsin. Fotoğraf işte bu işe yarar.
(Ara Güler)

Fotoğraf ne işe yarar, diye arada sırada düşünüyorum. Ara Güler, güzel bir tarifte bulunmuş. Benim içimi sevgiyle dolduran fotoğraf konularından biri de kahveli, çaylı fotoğraflar. Dumanı tüten bir kahve veya çay bardağının fotoğrafı mesela içimi ısıtır. Bazen flickr'da çok hoş çay/kahve fotoğrafları oluyor, dayanamayıp bilgisayarımın masaüstü resmi olarak kullanıyorum.

Üzerinde kuş ve bitki motifleri olan bir kahve kupam var, bundan 10-15 sene önce almıştım, kendisi yarı saydamdır, güçlü bir güneş ışığı düşünce üzerine çok hoş görünür, epeyce fotoğrafını çektim, kırılana kadar da çekerim sanıyorum, bunca yıldır bu kupada kahve içmekten de bıkmadım.

Üzerindeki kuş figürüne de bakar dururum yıllardır, nedir kuşun cinsini bilemedim ama bu önemli değil elbette, sabahları serçeler evin çevresinde ötüşüp dururken bu kupadan kahve içmek gibisi yok hani. Bu kupayı aldığım mağaza artık yok, İstanbul'da İstiklal caddesine girişte Fransız konsolosluğuna bitişik bir mağazaydı. Geçmişe yeniden gidebilsem bir de bu kupadan bir kaç tane alırım.

(Alıntı: Vatan gazetesi, 14 Ocak 2007, sayfa 7)

13 Aralık 2008 Cumartesi

Çalışma odası ve kişisel takıntı haritası



Şairlerin, yazarların çalışma odalarını çok merak ederim. The Guardian gazetesinde her hafta bir yazarın çalışma odası fotoğrafı ve kısa bir yazı yayımlanır. Merakla okurum, fotoğrafa da uzun uzun bakarım. Bizim edebiyat dergilerinde hep yazarla/şairle birlikte çalışma odasının/masasının görüntülerı çıkar, yazarın/şairin olmadığı bir çalışma odası fotoğrafı nadirdir. Son yıllarda ülkemizde de bir ilgi başladı yazarın/şairin kitaplığına/çalışma masasına/odasına. Sadece gazetelerde dergilerde değil internet üzerinde de ilgi çekici bir şeyler var. Usta fotoğrafçıların evlerinin günlük hayatlarının fotoğraflarını da çok merak ederim. Örneğin Henri Cartier-Bresson'un evi, çalışma odası, koltuğu gibi konulardaki fotoğraflara takıntılıyımdır, çok severim, zaman zaman karşıma öyle ilginç fotoğraflar çıkıyor ki bazen şaşırıyorum ve çok seviniyorum.

Çalışma odasına dönersek, 30 yaşında gerçek anlamda bir çalışma odasına sahip olduğum için bu konuda dertliyimdir birazcık. Ivır zıvır bir yığın şeyle birlikte artık bu odaya sığamadığım için şaşkınım da. Yıllarca müstakil bir odanın hayalini kurmuştum. Küçük bir yer bile yeterliydi bana, bir masa, bir kitaplık ve bir sandalye çok mutlu olurdum sanıyordum. Şimdi üç duvarında kitaplık olan bir odam var yine de yetmiyor bana, tuhaf.

Çalışma odam dışında en rahat ettiğim yer ise İstiklal caddesinin kırılma noktasındaki Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde bulunan Sermet Çifter Kütüphanesiydi. Şimdi binanın üst katlarına taşındı ve araştırma kütüphanesi oldu, girmek zorlaştırıldı. Eskiden gider bir de kahve alırdım, otururdum masaya okumaya başlardım. Kişiye özel kütüphanelerden gelen bazı kitaplardaki satır aralarındaki çizgileri, sayfa kenarlarına alınan notları görür heyecanlanırdım mesela. Sonra kitap okurken kahve içmeyi yasakladılar. Kitabın üzerine dökülürse iyi olmazdı tabii. Aşırı dikkat ediyordum ve hiç bir kaza yaşamadım bu konuda, ancak yaşanmayacağını da garanti edemezdim tabii. Sonra kahvesiz okuma günleri başladı. O da uzun sürmedi. İstanbuldaki en güzel kütüphanelerden birinden böyle ayrıldım işte...

Kitap okunabilecek başka güzel yerler de yok değildi hani, kitaplı kahve bunlardan biriydi, ne oldu oraya bilmiyorum şimdi, geçen Pandora kitabevinin oradan şöyle bir baktım da tabelasını göremedim. Umarım kapanmamıştır. Leyle Cafe güzeldi. Oraya da epeydir uğramadım.

Anlaşılmıştır sanıyorum kitap veya dergi okurken, bir şeyler yazarken yemek içmek isteyenler ailesindenim. E kitabevlerinin hemen hepsinde kafe var artık diye düşündüysem de pişman olmam gecikmedi, çünkü rahatsız edici şarkılar çalınıyor böyle yerlerde, ben Şebnem Ferah şarkı söylerken ne bir satır/dize okuyabilirim ne de bir harf yazabilirim.

Çalışma odasında müzik dinleme konusuna gelince. O ayrı bir yazı konusu artık.

12 Aralık 2008 Cuma

Yığıntı



Pek çok şeyi üst üste yığıyorum. Fotoğraftaki benim masam değil, ama pek bir farkı da yok hani. Evdeki kitaplık da masa da buna benzer. Her bir şeyi kitapların üzerine yığıyorum, mesela bilgisayar dergilerinin verdiği dvd'leri koyacak kutular da doldu taştı, onların bir kısmı da kitapların üzerinde duruyor, çift sıra olan rafların da artık uzayacak yeri olmadığından onların da üzeri doldu. Oysa odanın 2 buçuk duvarı kitaplık. Senelerdir gazetelerden dergilerden kestiğim kupürler de birbiri üstüne yığıldı, konulara göre ayırıp dosyalamak gerekiyor onları ancak çocuklardan, başka oyalayıcı şeylerden hiç vakit kalmıyor nedense. Bu arada raflarda bulunan dergiler de kitapları sayıca geçti galiba. Bir ara düzenlerim diye düşünüyorum. Yıllık izne çıktığım zaman yaparım dedim aslında, fakat her defasında yıllık izinde başka şeyler yapıyorum :) En güzeli de düzenlemeye başlamışken karşıma daha önce farketmediğim bir kitap veya bir dergi çıkıyor bazen, her şeyi unutuyorum, başlıyorum kitabı/dergiyi okumaya. Bu işin sonu yok sanırım.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Haner Pamukçu veya fotoğrafın dışına yolculuk



Haner Pamukçu çığlık atmayan, ayağınıza çelme takmayan veya gözlerinize at gözlüğü taktırmayan fotoğraflar çekiyor. Ben de bağırmayan fotoğrafları çok severim. Mükemmel fotoğraflardan her zaman kaçtım, teknik ve estetik açıdan olağanüstü güzellikteki fotoğraflar benim için sıkıntı doğurmaktan başka bir duygu yaratmayan görsel travmalardan ibaret. Kötü fotoğrafları severim diye bir şey söylemiyorum aksine sevmem, köşe bucak kaçarım, sorun şu ki benim iyi fotoğraf dediğime bazıları kötü diyor, benim kötü deyip yüzümü çevirdiklerime bazıları güzel diyor. Tekniğin, tecrübenin, donanım üstünlüğünün bolca kullanıldığı güzel ama kötü fotoğrafların zihnimize neyi kazıdığını da düşünmeden edemem. Genelin, çoğunluğun neyi beğenip neyi beğenmediğini merak ederim ama sadece fikir sahibi olmak için, yoksa beni ilgilendirmiyorlar.

Benim iyi fotoğraf dediğim, benim için iyi fotoğraftır, kalbimi sökseniz de beynimi alsanız da bu böyledir, iyi fotoğraf gözlerinizden hayatınıza sızan fotoğraftır, içtiğiniz kahve gibidir, iyi fotoğraf saat gibidir kolunuzda, iyidir o, iyi hissedersiniz çünkü, acınız azalır o zaman.

Haner Pamukçu, moda dergilerinden fotoğraf sergilerine kadar, hemen her yerde karşımıza çıkan ve fotoğrafla uzaktan yakından ilgilenen herkese zorla dayatılan bir görsel şablondan/klişe görüntülerden kendini kurtarmış görünüyor. Gören gözlerim adına kendisinin fotoğrafın dışına doğru yaptığı yolculuğa tanık olduğum için kendimi iyi hissediyorum.

Fotoğrafın dışı ile düşündüğüm şey belki bu yazıyı okuyanların düşündüğü şey değil. Fotoğrafın dışı bizim kalbimizin, beynimizin hatıralarla dolu ormanı, denizi veya kitaplığıdır.

Beni ilk çarpan fotoğrafı olan Göcek ile anladıklarımı/hissettiklerimi anlatmak istiyorum:



Bu fotoğraftaki teknik ayrıntılar görür görmez anlaşıldığı için bu konuya girmeden sol taraftan filmin beyaza karıştığı noktayı görmenizi isterim. "Göcek" isimli fotoğrafa aylardır bakıyorumm ve farkettiğim şu ki görüntünün dışındaki bölümlere baktıkça kendi Göcek'imi görüyorum aslında. Bunun Göcek ile bir ilgisi de yok üstelik. Boğazın serin sularıyla bir ilgisi var. Zihnimdeki diğer fotoğğraflara doğru gittiğim için Şile'ye de uğruyor Maçka sırtlarındaki bir havuzun kıyısına da.

Göcek'in şiirle de ilgisi var, Edip Cansever'i hatırlatıyor bana, şairin bir otel odasından dağlara denizlere baktığını düşünüyorum, Edip Cansever'in şiirlerine koşuyorum hemen Göcek dizelerin arasında "Kirli Ağustos" gibi bakıyor.

"O da var olanın ağır ağır yokluğu
Şurda bir gündüz kımıldamakta
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri
Gibi bir gündüz
Kalın kabuklarını kaldırır doğa."

Göcek gözlerimi sağdan sola doğru savuruyor, İlhan Berk'in Turgut Uyar'ın şiirlerine sarılıyorum, çocuklarımı düşünüyorum, ne zaman öleceğimi, okuduğum kitapları bir daha okumak istiyorum, liseye bir daha gitmek, Teşvikiye cami avlusunda oturup gökyüzüne baktığım günlere gitmek, hatalarımı azaltmak, doğrularımı çoğaltmak istiyorum. Aslında ölmek istemiyorum.

Göcek'in yaşayan yüzünü öpmek, güzel yaşamak istiyorum. Bir kitabın kenarına yazılmış hoş mısralar gibi seneler seneler evvel gülmüş sevmiş birinden kalan aşk notları gibi gülümsemek istiyorum.

Göcek, ne fena şeysin sen, beni ağlatmak istiyorsun.
google27928836a124597b.html