23 Haziran 2009 Salı

Geç kalmış bir aşkın saati



Geldim. Bunca yükle geç kalmış bir düşüncenin ellerimizdeki sıcaklığa dönüşmesini bekledim, olmadı. Geldim, fakat zincirlerle, görünmeyen bağlarla, küçük büyük ağrılarla geldim. Akşam olmuş yine, tesadüflerin beni ince ince kıydığı bu fotoğrafta, kanımda adının dolaştığını düşünerek dolandım neresi olduğunu bilmediğim bir semtte bulunan senin sokağında. Uzanıp üst rafından ince bir kitap indirdiğin kitaplığına de uğradım. Sırtına baktım da, geç kalmışım, bunca saat ve bunca kitap benden önce toplanmış, münzevi bir yazarın sığınağı gibi odan, derlenip katlanmış bir hayatın var, bensiz yaşıyorsun, ben de artık saçma bir şekilde yanımda sen olmadan ölüyorum. Kaşlarımı çatıyorum, geç kalmışım.

İşte bu raddeye geldim, yine de senden başka kimsenin beni böyle zayıf ve aptal görmesini istemiyorum, hoş ne değişecek öyle olursa? Hiç. Yine de "Nedir bu hâlin?" diye soracak olursanız inkar ederim yazdıklarımı. Şimdilik sadece saatleri görmek istiyorum, kaybettiğim 'keşke'lerin içine saklandığı ve hepsi de yanlış bir zamanı gösteren bütün saatlerimi onarmak istiyorum, bilmediğim için onaramıyorum da, sonra buna da üzülüyorum. Arabanın biri kafatasımı parçaladığında gözlerimi açtığım hastaneye geri dönmek istiyorum. O vakit seçme şansım olsa yine de hayata dönmek ister miydim sahiden? Bilmiyorum, rüya görüyorum, onca minik parçayı bir araya getiren beyaz gömlekli kadınlarla, adamlarla, ilaç kokuları arasında halvet olup düşünüp duruyorum, bilmiyorum, bilmiyorum, başımda bir ağrı, hem bu saatten sonra yapacak bir şey de yok zaten, bir dergi alıp yüzümü gizliyorum. Zaman, diyorum ki nedir? Sen zaman mısın? Geçip gidiyorsun hayatımdan.

Yanına geldim (elbette başka bir şey için). Hem seninle konuşmak öyle güzel ki, kalbimi simgeleyen, benim için önemli bir nesneyi dışarıda bir yerde yağmur yağarken çıkartıp önüne koymak isterdim. Eski zamanlardan bir hatıra gibi, bir yerlerinde paslanmış, heyecanla ayağa kalkmak isteyen küçük anıların olduğu akreple yelkovanın sıcaktan eridiği, artık lüzumsuz bir tarih kitabına dönüşmüş Zerdüşt’ün saatine benziyor kalbim. Geç kalmışım. Bunu yineleyip duruyorum, çünkü bunu söylerken, her defasında bir fotoğrafa takılmış zihnimde şimşek çakıyor ve sen raftan bir kitap daha indiriyorsun, sabahın kör bir saatinde, herkes uyurken derin kitaplar okuyorsun, ben de o vakitlerde ağlamaya uyanıyorum. Geç kalmışım. Bunu söylemek hiç de hoş değil biliyorum. Zararın neresinden dönsem diye bakıyorum, fakat bir bıçak her defasında içimde dönüp duruyor. Öylesine zor ki, kahroluyorum mütemadiyen ve farkına varmadan yaşasaymışım keşke diyorum. Tek parmakla piyano çalarmış gibi yapıyorum, hayali bir kitaplığa dönerek ve belirli bir sırayla seni düşünerek, kafamda kırık parçacıklar, yırtılmış fotoğraflardan mürekkep bir saat tatlı tatlı tıkırdayarak akıp gidiyor. Damla damla dökülüyor cümle notalar, harfler. Hepsi bana geç kaldığımı duyuruyor. Daha çok yazmak ile yazdıklarımı çöpe atmak arasındayım.

Niye geç kalmışım ki ben?

1 yorum:

Hande K. dedi ki...

bizans,
hayatında en çok sevdiği kadını kaybeden Proust gibi siz de nedenleri çökertin,çocukluk yatağınızı geri alarak bıraktığınız yerden.
sonra da saatinizi sabaha kurun,bu kez o sizi uyandırsın bırakın.

isa

google27928836a124597b.html