© Ahmet Sel, 2015 |
26 Temmuz 2016 günü bazı gazetelerde 100 yaşında vefat eden Prof. Dr. Halil İnalcık'ın fotoğrafları yayımlandı. İçlerinde beni en çok etkileyen Ahmet Sel'in çektiği fotoğraf oldu.
İnsan ömrü, ömrümüz belirli bir zamanı kapsıyor, kaza, ölüm, doğum, hastalık, felaketler ve benzeri dönüm noktalarında durup düşünüyoruz. Sorular çok, cevaplamak için ise tam tersine çok sınırlı vaktimiz var. Üstelik her yanıt, daha fazla soruyu doğuruyor. Başka yanıtlar, başka sorular, başkalarına uyan elbiseler bize uymayabiliyor.
Mağara resimlerinden bu yana binlerce yıl geçti aradan, yıldızları anlamaya çalışıyoruz ama daha okyanusların derinlikliklerini bile daha yeni keşfediyoruz. İnsanlığın olgunlaştığını söyleyemeyiz ama çocuk olduğunu da iddia edemeyiz. İşte karşımızda ömrünün 80 yılı araştırmayla geçen, gözleri geçmişin izlerini yorumlayan bir insanın fotoğrafı var.
TARİHÇİNİN FOTOĞRAFI
Fotoğrafa ve fotoğrafçıya geçmeden önce, fotoğraftaki insanı bir kez daha öğrenmek istedim, yazılanları okudum. Büyük tarihçilerimizden, bir asır dünyayı ve insanın geçmişini araştıran, Halil İnalcık için diyecek çok şey var ama en güzel tanımlamalardan biri zaten İlber Ortaylı tarafından yapılmış:
Böylece Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın cümleleriyle fotoğraftaki fâni insanı bir nebze olsun tanımış olduk."Yazdığı eserlerin sayısı 1200’ü geçer. Bunlar muhtelif dillerdedir. Balkan tarihini baştan sona değiştirmiştir. Son derece az bilinen önyargılarla incelenen tarihi bir dönemdir. Tamamen ayrı yöntemlerle yaklaşmayı sağlamıştır. Balkanlı tarihçilerin son derece hürmet ettikleri, çekindikleri bir hocaydı. Bu çekinenlere biz de dahiliz. Tatlı sert bir hocaydı. Profesör Bernard Lewis’in ifadesiyle ‘herkes zamanında büyük alimdir, fakat bu bütün zamanların büyük alimi olacak’ demiştir.
Bir asırlık ömrünü olağanüstü biçimde dikkatle kullanıldığını, verimli geçtiğini söylememiz gerekir. 20’li yaşlardan itibaren makale yazmaya başlamıştır. Aşağı yukarı 80 yıla yaklaşıyor. Yazdığı makaleler çığır açmıştır. Her dildedir. Göstermez fakat birkaç dilde okurdu. Çok iyi tercüme yapardı. Bütün bunları yapan adam, Türkiye ürünüdür. Yabancı üniversitelere gittiği zaman talebe değil, hocaydı artık. Beklenen şöhretli bir hocaydı, Amerika’da İngiltere ve başka ülkelerde. Tamamiyle Balıkesir’de öğretmen okulunun. İstanbullu olmasına rağmen orada burs verilmiştir. Ankara’daki Atatürk Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin yetiştirdiği bir gençtir. Tezleri burda yazılmıştır. Bu muhitte yetişmiştir, tanınmıştır.
Halil Hoca bir müessesedir, bir kurumdur. Bu ülkenin yetiştirdiği, iftihar edeceği bir münevverdir, bir tarihçidir. Talebeleri onun talebesi olmakla her zaman iftihar ederler ve edeceklerdir. Hatta talebesinin talebesi olmakla iftihar edeceklerdir. Bunların içine dil tarih dahildir. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kürsüsünün idare tarihi dahildir. Fuad Köprülü’den sonra o almıştır bizim oradaki kürsüyü. Bilkent’in Tarih Bölümü’nün gerçek kurucusu odur. Ve tabi Şikago Üniversitesi Dil Tarih Bölümü’nü 20 yıla aşkın bir süre yönetmiştir. Bir çok Amerikalı ve başka milletten olanı yetiştirmiştir. Kendi hatırasında da yazdığı gibi Dil Tarih’in açılış toplantısında, Atatürk’ün de bulunduğu toplantıda yolunu, yöntemini çizmiştir. Bu ‘Atatürk’ün yoludur’ diyor. ‘Türkiye tarihini onun çizdiği yolda yazacağız’ diyor ve öyle de oldu."
FOTOĞRAFÇININ TARİHİ
Fotoğrafçımıza gelince 1956 doğumlu Ahmet Sel'in adını ilk olarak "Moskova İnsanları" çalışmasıyla duymuştum, muazzam fotoğraflar vardı. Elbette o fotoğrafların değerini şimdi daha iyi anlıyorum. Ancak "Moskova İnsanları" çalışmasını bir kez daha takdir etmek için Andrey Platonov'un kitaplarını okumam gerekti. Platonov okuduktan sonra Ahmet Sel'e olan hayranlığımın temel nedenini bulmuş sayılırım: Ahmet Sel, fotoğraflarında insanı sadece insan olmanın yanında dünyanın bir parçası olarak gösteriyor. Denebilir ki bütün fotoğrafçılar bunu yapmaya çalışıyor. Ne yazık ki hakikat öyle değil bence. Çoğu fotoğrafçı insanı göstermediği gibi dünyayı da göstermiyor.
FOTOĞRAFIN ZAMANI
Fotoğrafa ilişkin ilk söylenecek şey verdiği duygunun bizde bir çeşit saygı ve tedirginlik uyandırması galiba. Fotoğrafa baktığımızda ilk gördüğümüz şey fotoğraftaki insanın da bize baktığı oluyor. Üstelik bize dikkatle bakıyor. Elbette gördüğü şey bir fotoğraf makinesi (Canon EOS 5D Mark III) ve objektifi (Canon EF 35mm f/1.4) ile birlikte kendisini görüntüleyen 60 yaşına merdiven dayamış Ahmet Sel. Arada 40 yıl var. (İnşallah Ahmet Sel daha 40 yıl fotoğraf çekmeye devam eder.)
Portre, belki de fotoğrafçılığın en zor dallarından biri, hem en eski fotoğraf türü, hem de en eski sanat türlerinden biri. İnsanı anlatmak, bir makineyle bile olsa, insanı anlatmak, insanı göstermek çok zor. Ahmet Sel bu zorluğu nasıl aşmış diye düşünüyorum, daha eski fotoğraflarına bakıyorum, hep serin duruyor ama bilinçli olarak mesafeyi giderek azaltıyor sanki.
Fotoğrafın çekildiği vakitlerde 99 yaşında olan tarihçi, fotoğrafçıya ve makinesine dikkatle bakıyor. Kararlı bir bakış, hiçbir tereddüt yok. İster istemez sağa sola bakınıyoruz. Ancak tarihçinin yüzü dışında hiçbir şey net değil. Sol tarafta belli belirsiz kitaplar görülüyor, arkada karton bir kutu var. Sağ tarafta ise, duvarda küçük bir tablo, belki bir fotoğraf var, önünde bir koltuk, arkada ise bir panoya tutturulmuş kâğıtlar, belki çizelgeler bulunuyor. (Belki de burası çalışmaları için kendisine tahsis edilen Ankara'daki Kınacızade Konağı'dır.)
Eğer fotoğraftaki insanın kim olduğunu bilmeseydik yine benzer duyguları hissedecek, önce gözlerimizi kaçıracak ama sonra tekrar Halil İnalcık'ın meraklı bakışlarla dolu yüzüne, bizi inceleyen gözlerine bakmak zorunda kalacaktık.
İşte bize bakan bu meraklı yüz aslında insanlığın meraklı yüzüdür, bilimin, kültürün ve tarihin meraklı bakışlarıdır.