22 Nisan 2010 Perşembe

b'nin saati



Tanıdığım insanları çeşitli harflere benzetiyorum. Bunda bir fenalık yok, hem hurufatı da fotoğraflar kadar severim.

Her harfin kendi zamanı ve biçimi vardır, buna inanırım.

Fotoğrafların kimine de öyle bakarım, "bu fotoğraf tıpkı 's'ye benziyor" derim veya "bu da aynı 'c' gibi, tuhaf" gibi cümleler kurarım.

Biraz daha anlatayım; mesela 'i' veya 'p' herflerine benzeyen az fotoğraf çıkar, 'h' ve 't' harfleri çoktur nedense, 'z', 'u', 'v' ile 'y' harflerini Paolo Pellegrin ve Henri Cartier-Bresson'un fotoğraflarında çok görüyorum, hadi göster derseniz gösteremem oysa, benimki bir çeşit hastalık sayılır.

Fakat küçük 'b'nin bendeki yeri ayrıdır, hepsinden daha çok gönül aydınlatıcıdır o. Eşi benzeri yoktur, çok da kadınsı bulurum bu harfi. En çok da bir fotoğrafın hiç olmadık bir köşesinde, belirsiz bir kıvrımında bulurum benim küçümen 'b' harfini. Tıpkı bir şiir okurken insanın kendini bulması gibi, o küçük 'b' harfinde ben de kendi arzularımı bulurum.

Yanında olmak istediğim tek harftir, gülümserken hafifçe kıvrılan bir dudağın kenarına benzer, saçlarını kısacık kestiren o güzel kadınların enselerine bakmak gibi gıdıklar beni. Küçük 'b' benim için kendisini görmek için fotoğrafın zamanına çeken bir cazibe bulutudur. Her yağmur yağdığında yitip giden bir anıdır, kahve içerken acı acı düşünmektir, daha hızlı veya daha yavaş yürümenin arasındaki o kısacık zamandır.

Bazen baharın bakmadığı bir bahçeye, bazen bahtsız bulutların bakışına benzer. Bahçedir baldır belki, bir bilsem. Belki de balrengi bir bakıştır, bir busedir belki.

Fotoğraf ışığın olduğu yerde vardır ya, harfler de öyle.
google27928836a124597b.html