27 Kasım 2008 Perşembe

Fol



Fol ne şahane dergiydi. Elimdeki Fol'ları arada bir çıkarıp bakıyorum. Devasa boyutlarda bir dergi olduğu için öyle ha deyince açıp okumak kolay değil, hiç bir rafa sığmadığı için aynı boyda bir karton bir kutuda saklıyorum. Masada bakmak zordur bu dergiye, yere koyup öyle tadını çıkarmak gerekir. Yazılar fotoğraflar büyük çünkü. Hurufiler için biçilmiş kaftan yani. Fol töreni düzenliyorum ayda yılda bir, unutmamak için geçmişin harflerini. Güzel dergilerin yaşama sevinciyle bir ilgisi olmalı.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Konstantin'den Fatih'e



Osmanlı padişahlarından biri, büyük olasılıkla yedincisi bu şehrin (İstanbul) en ücra köşelerinde bile karşınıza çıkabilir. Aradan geçen yüzyıllar boyunca toplumsal hafızaya kazınıp kutsal bir kişiliğe dönüşmüş olan İkinci Mehmed günlük hayatında nasıl bir padişahtı acaba?

Tarih kitaplarına bakarak ilginç bilgiler edinebiliriz. Bazen tarihi şahsiyetlerin de bir zamanlar bizim gibi yaşamış yemek yemiş sevişmiş olabileceğini ilk kez adını hatırlamadığım bir tarih dergisinde İkinci Mehmed'in bir deftere karaladığı çizimleri gördüğüm zaman aklıma gelmişti -sonra ayrı basımı yapıldı bu çizimlerin-. Patates kızartması yerine o dönemin saray mutfağında yendiğini bildiğimiz ballı tavuk yemişti sanırım. Meyvelerden neyi sevdiğini bilmiyorum tarih kitapları böyle ayrntılara pek girmez, ancak incir yemiştir muhakkak. Keşke gençliğinde çizdiği karalamaların ötesine geçip resim yeteneğini geliştirmiş olsaydı. Onun torunlarından padişah olamayan son halife Abdülmecid Efendi'nin yaptığı gibi resimler mi yapardı? Bilmem ancak resimden başka mesela fethin bir günlüğünü tutsaydı şahane olurdu zannımca. Gerçi Nicolo Barbaro'nun tuttuğu günlük de hiç fena değildir, yine de Türkler tarafından yazılmış dönemin özgün metinlerini merak ediyor insan. Tabii yazmayı sevmeyen bir millet olduğumuz için bizzat o günlerden kalma yazılı metin pek yoktur. Olanlar da nedense hep sonradan yazılmıştır.

İkinci Mehmed'in ölümünün ardından yaşananlar, mumyalanması olayını da çok merak ederim, Murat Bardakçı'nın yazdığı şu satırlar da zihnimin bir köşesinde hep durur:

"Fatih, ebedi uykusunu bugün bir zamanlar İmparator Konstantin'in defnedildiği mekânda uyuyor. Konstantin'in kemiklerinin kaybolmasının üzerinden asırlar geçti ama Fatih'in mumyalı cesedinin bugün bilinen türbesinde mi, yoksa Abdülhamid'in paşalarının girdikleri dehlizin ucundaki tabutta mı bulunduğu konusu ise hâlâ bir muamma."

Bir gün şehrin merkezinden epeyce uzakta bir parkta oturup bunları düşündüm.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Yeme içme zamanı



Yemenin de içmenin de zamanı var. Çikolata zamanı daha kişiseldir, kahve zamanı kalbinizle konuşursunuz, şarap zamanı gözlerinizde kısa filmler gibidir, peynir zamanı sabahları hatırlatır belki de okul yıllarını, zeytin zamanı ağaçları düşünürüm, pizza zamanı çocuklar gibi şendir...

Tek başına yemenin içmenin güzel yanları da var elbette, fakat arkadaşlarla birlikte yapıldığı zaman başkadır. Tadı bile farklıdır, daha bir lezzetli olur birlikte içilen içkinin, yenen yemeğin.

13 Kasım 2008 Perşembe

Zaman: Mürekkep



Doğrusu tırnak içinde olacak, "Zaman: Mürekkep."

Bugün yayımlanan (13 Kasım 2008) Cumhuriyet Kitap'ın 3. sayfasında gördüm. Enis Batur'un yazısının bitiş cümlesi. Ben de o sırada ağacın saatini düşünüyordum.

9 Kasım 2008 Pazar

Uyku zamanı



Uyumayı sevmeyen var mıdır? Bilmem. Varsa da ben tanışmadım. Hem zaten gereklidir uyku, en azından sağlık için.

Nicedir uyuyan insanların olduğu fotoğrafları/resimleri biriktiyorum bir defterde. Radikal, Milliyet Sanat, Liberation, Le Monde, New York Times, International Herald Tribune, Vanity Fair gibi gazete ve dergilerden kesip yapıştırdığım (tarih ve yayın adını belirterek elbette) fotoğrafların/resimlerin olduğu bu defteri kurcalamak, yeni görsel malzemeler eklemek acayip hoşuma gidiyor. Bazı fotoğraflara dalıp dalip gidiyorum. Mümkün olsaydı rüyalarda gezmek isterdim diye bir not düşeyim hemen.

Aslına bakarsanız 'Uyuyan İnsan' fotoğraflarına ve resimlerine neden düşkün olduğumu tam açıklayamıyorum. Belki uyku hâlinin insanı olduğundan farklı göstermesidir bana çekici gelen. Masumiyet ile hiç ilgisi yok aklıma gelenin. İkinci bir kişi görüyorum ben bu imgelerde, gerçeğinden uzakta duran, başka bir âlemin varlığı gibi. Neyse, uyku ile ilgili kitapları da biriktiriyorum. Bazı kitapları da sadece kapağında uyuyan biri var diye alıyorum.

Ayrıca uyuyan insanlarla ilgili bir fotoğraf projesi de gelmişti aklıma, sonra birazcık araştırınca düşündüğüm tarz projelerin yapıldığını görüp vazgeçmiştim. (Zaten neyi düşünsem birileri yapmış oluyor, 150 yıl önce Paris'te doğmalıydım diyorum, o zaman da çekecek çok şey olurdu diyerek vazgeçiyorum hemen. Başkalarının çoktan, bazen 100 yıl önce, 50 yıl önce yaptığı, bitirdiği projeleri düşündükçe kafam bozuluyor elbette, ancak yapacak bir şey yok. İnsan bu, aklının sınırı yok.)

Sözü uzattık, yatağa dönelim. Yeni yıkanmış mis gibi kokan örtülerin serildiği bir yatakta uyumak gibisi yoktur demek istiyorum. Bir de dünyadan uzaklaşmanın en iyi yoludur uyku. Hatırladıkça insanı acıtan, gördükçe sinirleri bozan vakitleri, günleri, insanları daha epeyce bir toplam tutan buna benzer şeyleri unutmanın en iyi yolu uykudur sanıyorum.

Sıkıntılı, tortusu dahi üzücü olan gerçeğin ağır yükünden kaçmak için haddi aşan bir biçimde insanı insan olmaktan çıkaran uyku içinde bir çok aldatıcı olanağı barındırır. Kaçıp uyku imparatorluğuna iltica etmek rahatlatır insanı. Elbette ölüme kadar kaçabilirsiniz, orası ayrı.

İyi uykular.

6 Kasım 2008 Perşembe

Buluntu zaman



Binaların yüzündeki yansımaya bakıyorum. Bulutların geçtiği görülüyor. Bulutlara doğrudan bakmak yerine insanların yaptığı bir yapıdan gözyüzünü izliyorum. Dünyanın döndüğünü, zamanın akıp gittiğini daha iyi anlıyorum.
google27928836a124597b.html